Laurana
![Laurana](https://2img.net/u/1317/29/09/40/avatars/53-0.png)
Mesaj Sayısı : 17 Kayıt tarihi : 25/01/13 Nerden : Kadıköy İstanbul
![Laurana Unknown Empty](https://2img.net/i/empty.gif) | Konu: Laurana Unknown Cuma Ocak 25, 2013 9:30 am | |
| İsim: Laurana Yaş: 17 Köy: Kumogakure Klan: Kitsunenoyomeiri Element: Raiton, Suiton, Ranton Rütbe: Jounin RP: - Spoiler:
Yaptığı yorucu tırmanış ve antrenmanın üzerine aldığı ılık duş ona çok iyi gelmişti. Kasları gevşemiş, rahatlamıştı. Üstüne pijamalarını geçirdikten sonra tatmin olmuş bir şekilde salona gidip kanepeye uzandı. Uzun bir gün olmuştu. Biraz dinlenmeyi hak etmişti. Sehpanın üzerindeki kitabına uzandı. Bir süre sayfaları karıştırdıktan sonra kaldığı yeri bularak okumaya başladı. Aradan neredeyse bir saat geçmişti. Göz kapakları ağırlaşmaya başlamıştı. Saate baktı 23:15. Yüzünü buruşturdu. Sabah beşte senseisi ile buluşması gerekiyordu.
Kitabını sehpanın üzerine bırakarak ayağa kalktı. Işıkları kapatıp kapatıp yatağına doğru ilerledi. Yavaşça yorganı kaldırarak yatağın içine doğru kaydı.
Yatak serindi. Gülümsedi, bu serinlik her zaman hoşuna gitmişti…
Birisinin adını haykırmasıyla gözlerini açtı. O anda kamaranın kapısı hızlı bir şekilde açıldı. İçeri Giden Edward amcasıydı. Biraz hırpalanmış gibi görünüyordu, topallıyordu ve bacağından kan damlıyordu. Alnında boncuk boncuk ter damlaları birikmiş, kıyafetleri kan ve terden ıslanmıştı. Sağ elinde ise üzerinden kan damlayan bir kunai duruyordu.
Laurana hızla yatağından kalkıp Edward amcasının yanına koştu. Gözlerinde dehşet ifadesi vardı. “Sana ne oldu böyle?” diye sordu dehşet içinde. O anda Edward amcasının arkasından güverteyi gördü. Güverte resmen bir savaş alanına dönmüştü. Yerde birkaç tane hareketsiz beden duruyordu. Havayı demir ve acı dolu bağırış sesleri doldurmuştu.
Edward amcası “Zamanımız yok, seni hemen babanın yanına götürmem” lazım diyerek Laurana’yı kucağına aldı ve güverteye çıktı. Dışarıdaki manzara Laurana’yı dehşet düşürmüştü her yer ceset doluydu. Bu insanlarda kimdi böyle? Kollarını Edward amcasının boynuna sıkıca sardı. Kanı ve teri umursamıyordu. Çok korkmuştu.
Edward amcası hızla kaptan köşküne doğru koşmaya başladı. Güverteyi hızla geçerek merdivenlere ulaştı. Ahşap merdivenlere tırmanmaya başladı. İki basamak tırmanmıştı ki bir anda durdu, dizlerinin üstünde yere devrildi. Yavaşça Laurana’yı kucağından bıraktı. Ağzından kan sızıyordu. Buda neydi böyle? Neler oluyordu? O anda Edward amcası yüz üstü yere kapaklandı. Sırtına bir kunai saplanmıştı. Laurana bir çığlık attı. Yere düşen Edward amcasının arkasından bir adam yaklaşıyordu. Gülümsüyordu. Saçları kısa kesilmişti. Yüzünde kirli sakal vardı. Kısa kollu siyah bir t-shirt giymişti. Kolunda Karga şeklinde büyük bir dövme vardı. Kemerinden bir kunai çekip Laurana’ya doğru yürümeye başladı.
Laurana hareketsiz kalmıştı. Kıpırdayamıyordu. Bağıramıyordu. Ağlayamıyordu. O anda ayak bileğinde bir el hissetti. Edward amcası ayak bileğini kavramıştı. Ona baktı ve “Koş!” diye bağırdı. Bu Laurana’yı şoktan çıkarmıştı. Hızla arkasını dönüp merdivenleri tırmanmaya başladı. Karga dövmeli adam suratında bir gülemsemeyle onu takip ediyordu.
Edward amcası suratında hafif bir gülümsemeyle Laurana’yı izliyordu. Elini yavaşça kemerine götürdü. Eline bir kağıt parçası gelince gülümsemesi genişledi. Aradığı şeyi bulmuştu…
Laurana merdivenlerin sonuna ulaşıp kaptan köşküne doğru koşmaya başladı. Savaş buraya sıçramamıştı henüz. O anda arkasından bir patlama sesi duydu. Dehşet içinde arkasını dönünce merdivenlerin havaya uçtuğunu gördü. Arkasını dönüp tekrar koşmaya başladı. Gözlerinden yaşlar akıyordu Gözlerinden yaşlar akıyordu.
Kaptan köşkünün kapısına varıp hızlıca kapıyı açtı. Babası sandalyesinde oturuyordu. Arkası Laurana’ya dönüktü. Başı öne eğilmişti. Laurana hızla babasının yanına koştu. Babasının yanına varınca babasının karnına saplanmış kunaiyi gördü. Yaradan kan sızıyordu. Babasının t-shirti kanla kaplanmıştı. Babası Laurana’yı görünce başını kaldırıp hafifçe gülümsedi. “İyi olduğuna çok sevindim” diyerek Laurana’ya sarıldı. Laurana kıpırdayamıyordu.
Laurana hıçkırarak ağlamaya başladı. Bu kadarı çok fazlaydı. Yalnızca beş dakika önce yatağında uyuyordu. Şimdi ise… Şimdi ise tanıdığı ve sevdiği herkes ölmeye başlamıştı. Dünyası yok oluyordu. Hem bu da neydi böyle? Bu insanlar da kimdi? Neden onlara saldırmışlardı? Neden sevdiği herkesi öldürüyorlardı?
Babası ona daha sıkı sarıldı ve “Hepsi geçecek Laurana merak etme. Her şey yoluna girecek, ama şimdi benimler gelmen gerek” dedi. Laurana kendini biraz olsun toparlayıp gözlerini sildi ve başını tamam anlamında salladı. Babası ona daha önce hiç yalan söylememişti. Neden şimdi söylesindi ki? Laurana ona güveniyordu.
Babası ayağa kalkıp Laurana’nın elini tuttu ve beraberce kaptan köşkünün dışına doğru yürüdüler babası zar zor yürüyordu. Kendisinin öleceğinin farkındaydı. Ama en azından kızını bu alçak yaratıkların elinden kurtarmalıydı. Üst güvertede çatışmanın olmadığını görünce rahatladı. Taşıdıkları ipek konteynırlarına doğru ilerledi. Üst güvertede yalnızca dört konteynır vardı. O lanet yaratıklar onları kontrol edebilirlerdi. Ancak en iyi şansı buydu.
Konteynırlardan birinin kapağını kaldırdı. İçinde ipek kumaşlar vardı. Laurana’ya dönüp sarıldı ve “Senden yalnızca sessiz olmanı istiyorum tamam mı? Şimdi seni kutunun içine koyup kapağını kapatacağım. Sana biraz su ve ekmek bırakıyorum. Kısa zaman sonra buradan çıkmış olacaksın merak etme” dedi. Laurana tamam anlamında bir kez başını salladı. Babası ona daha sıkı sarıld ve onu yanağından öptü. Onu bir daha göremeyeceğini biliyordu. Gözünden iki damla yaş süzüldü. Kızının onları görmemesi için hızlıca sildi ve Laurana’yı kaldırıp konteynırın içine yerleştirdi. Yanındaki su dolu matarayı ve kaptan köşkünden Laurana aldığı Yiycek bohçasını Laurana’ya verdi. Laurana’ya bakıp “Unutma kutunun kapağı açılana kadar hiç ses çıkarmayacaksın.” dedi ve konteynırın kapağını kapattı.
Şimdi yalnızca hava deliği açması gerekiyordu. Eli kemerine gitti. Lanet olsun hiç kunaisi kalmamıştı. Bir an panik oldu. Sonra suratını bir gülümseme kapladı ve karnına saplı olan kunaiyi çıkardı. Suratını acıyla buruşturdu. Çok kan kaybetmişti ve son hareketinden sonra kaybı hızlanmıştı. Kunaiyi konteynıra saplayarak Laurana’nın hava alması için bir boşluk açtı…
Laurana gözünü deliğe daydı. Babası yavaş yavaş kutudan uzaklaşıyordu. Alt güverteye doğru gidiyordu. O anda merdivenlerin başında bir adam belirdi. Onunda kolunda kuzgun dövmesi vardı. Aynı önceki adam gibi. Ama aynı kişi değildi. Adam belindeki kılıca uzandı. Ve babasına doğru yürümeye başladı. Babası kunaisini kaldırıp bir savaş çığlıyla adama doğru koşmaya başladı ancak adam çok hızlıydı. Birkaç saniye içinde kılıç babasının göğsüne saplanmıştı. Babası sessizce yere düştü… Laurana çığlık atarak uyandı. Gözlerinden yaşlar akıyordu. Odasındaydı. Güvendeydi. Hepsi yalnızca kötü bir rüyaydı. Ama çok gerçekçiydi. Laurana dizlerini karnına çekip sabaha kadar ağlamaya devam etti…
- Spoiler:
Uchiha Yayoi yatağında oturmuş kara kara ne yapacağını düşünüyordu. Bunu babasına nasıl açıklayacaktı? Daha yaptığı şeyi kendisi bile kabul edememişti ki. Belki de ortada bir şey yoktu. Sadece kuruntu yapıyordu. İçini çekti. Kendini kandırmamalıydı. Adeti tam 2 hafta gecikmişti ve midesi çok sık bulanıyordu. Hamileydi... Babası böyle birşey yüzünden onu öldürebilirdi bile. Kendine neden böyle birşey yapmıştı ki? Onu zar zor tanıyordu. Hayır bu doğru değildi. Neredeyse bir yıldır beraber görevlere çıkıyorlardı. Onu seviyordu. Ona aşıktı. ‘Hatta bana evlenme teklif etti’ diye düşündü. Zaten her şeyin sorumlusu bu teklifti. Kabul edemezdi. Ailesi buna izin vermezdi. Onunla olmazdı... Yayoi’nin babası Yusui’nin ailesinden ölesiye nefret ediyordu. Yayoi bunun sebebini bilmiyordu. Sebebini babasına sorduğunda babası aksileşiyor ve cevap vermeyi red ediyordu. Zaman içinde Yayoi de onlardan nefret etmeye başlamıştı. Yusui ile aynı takımda olduğunu öğrenince buna şiddetle karşı çıkmış ancak bir sonuç alamamıştı. Başlarda onda nefret etmiş, onunla tek kelime konuşmamıştı. Eline her fırsat geçtiğinde onu terslemiş onu küçük düşürmeye çalışmıştı. Ama o buna rağmen ona hiç birşey söylememiş, ona her hakaret edildiğinde hatası için özür dilemiş, küçük düştüğünde ise yanlızca gülümsemişti. Bu yanlızca Yayoi’yi daha fazla öfkelenddiriyordu. Bu çocuk resmen onu davranışları ile küçük düşürüyordu. Ondan gerçekten nefret ediyordu. Ancak tanışmalrında 3 ay sonra başlarından geçen bir olay onun hakkındaki düşüncelerini tamamen değiştirmişti. O zamanlar ikisi de Chuninlerdi. Sensileri Tomaya ve Grey (Diğer takım arkadaşları) ile bir B rank göreve çıkmışlardı. Basit bir görevdi aslında. Konahaya 60 kilometre kadar uzaklıkta oturan bir çiftçi bir gurup haydutun onlardan haraç kestiğini bildirmiş ve yardım için özellikle onların taakmını istemişti. Senseileri durmu şüpheli bulmuş ancak görevi kabul etmişti. Haydutlardan şikeyetçi olan çiftçinin evine vardıklarında hava kararmak üzereydi. Adam sıradan bir çiftçi gibi görünüyordu. Üzerinde basit bir T-shirt ve bir capri vardı. Ayağına ise bir çift sandalet geçirmişti. Yayoi’nin adanda ilgi çekici bulduğu tek şey kolundaki karga dövmesiydi. Ama bunada fazla takılmadı. Görev ile bilgilerden bildiği kadarı ile adamın adı Okazaki idi. Adam onları gördüğüne çok sevinmiş gibi görünüyordu. Hemen onları içeri davet etti. Yayoi “Haydutlardan çok çekmiş olmalı” diye düşündü. Adamın daveti üzerine eve girmişerdi. Evde sıradan görünüyordu. Tüm ev bir mutfak ve bir odadan oluşuyordu. Oda aşağı yukarı yirmi metre kare kadardı. Mutfakta fazla büyük sayılmazdı. Odanın kuzeye bakan bir penceresi vardı. Odada fazla eşya da yoktu. Yanlızca bir koltuk ve üzerinde birişinin uyuduğu bir yatak. Yatan adamın arkası onlara dönük olduğu için yüzünü göremiyordu. Yayoi “Uyuyan kim?” diye sordu. Okazaki “O benim babam. Kusura bakmayın sizi karşılamak için kalkamadı. Birkaç gündür biraz hasta ve dinlenmesi gerekiyor” dedi. Sesi özür diler gibiydi. Yayoi yanlızca kafasını sallamakla yetindi.
Bu sefer Tomoya Sensei konuşmaya başladı. “Bize haydutları nerede bulacağımızı söyleyebilirmisiniz acaba?” diye sordu kibarca. Adam başını onaylar anlamda salladı “Sizi onların yerine götürebilirim. Ancak birinin babamla kalması geerekiyor. Biliyorsunuz hasta ve onu yanlız bırakmmaya çekiiniyorum.” Diye cevap verdi. Tomoya Sensei Yaoyi ve Yatsui’ye dönerek. Sizi ikiniz burada kalın ve Okazaki-san’ın babasına göz kulak olun” dedi. Yayoyi buna itiraz edecek gibi oldu. Ama Tomoya Sensei çok kararlı görünüyordu...
Aradan neredeyse bir saat geçmişti. Hava tamamen kararmıştı. Yayoi sıkılmaya başlamıştı. Neden Yatsui ile kalması gerekiyordu sanki? Aradan geçen bir saate rağmen kimse tek kelime bile etmemişti. Yatsui Yayoi’nin onunla konuşmak istememesine saygı duyuyor ve tek kelime etmiyordu. Bir anda çatıdan bir ses duyuldu. Yayoi elini hızla belindeki kunaiye götürdü. Kunainin sein ve pürüssüz kabzasını kavradığı anda kendine daha güvende hissetmişti. Sesi Yutsui de duymuş olmalıydı. Oda eli kunaisinde hazır bir şekide bekliyordu. Yutsui, Yayoi’ye dönüp “Ben sesi kontrol ederim sen Okazaki-san’ın babasını koru.” dedi. Yayoi başını sallayarak onayladı ve yaatağın yanında yerini aldı. Yatsui kapıyı tedbirli bir şekilde açtı ve dışarı çıktı. Aradan neredeyse bir dakika zaman geçti. Yatsui hala geri dönmemişti. Yaoyi gerilmişti kunaiyi sıkca kavramıştı. Bekliyordu. Bir anda arkasından bir ses geldi. Arkasını kontrol ettiğinde yaşlı adamanın sarsılmaya başladığını gördü. Nöbet geçiriyordu. Laurana adamı kontrol etmek için üzerine eğildi. Örtünün arasından çıkan parıltıyı görmekte çok gecikmişti. Karnına bir şey batmıştı. Hızla odanın diğer tarafına zıpladı. Örtülein altından kahkaha sesleri yükseliyordu. Yirmili yaşların ortalarında bir adam örtülerin altından fırladı. Kuzgun karası saçları vardı. Sağ kolundaki kuzgun dövmesi Yaomi’nin hemen dikkatini çekmişti. Üzerinde dizlerinin arkasına kadar uzanan siyah kolsuz bir ceket vardı. İçine ise kayve rengi bir t-shirt altına ise aynı renk bir pantolon giyimişti. Ayağında da sihay botlar vardı. Yaoyi yarasını kontrol etmek için karnına baktı. Olamazdı! Karnında bir şırınga vardı. Gözleri kararmadan önce gördüğü son şey adamın ona doğru yürüdüğüydü... Kendine geldiğinde ilk fark ettiği şey koku oldu. Kan ve yanık et kokusu havayı doldurmuştu. Yatsui onu kollarının arasında taşıyordu. Bütün hızıyla koşuyor gibi görünüyordu. Yayoi kendine sinirlenmişti. Nasıl böyle bir duruma düşebilmişti? Yatsui’ye muhtaç olacağına ölmeyi tercih ederdi. Doğrulmaya çalıştıç Ah! Kasları çok güçsüzdü. Zehir etkisini sürdürüyor olmalıydı. Yatsui onun uyandığını fak etmişti. “İyimisin?” diye sordu. Ah resmen onunla dalga geçiyordu. “Beni taşıdığın için teşekkür ederim. Kendim yürüyebilecek adar iyiyim.” Diye karşılık verdi aksi bir şekilde. Yutsui bir anlık tereddütten sonra durup onu yere indirdi. Yayoi ayakları yere deydiği anda yürüyemeyeceğini anlamıştı. Ama gururu Yutsui’nin onu taşımasına izin vermeini engelliyordu. Ayakta durmak için tüm gücünü kullandı. Faydası yoktu. Kaslarını kontrol edemiyordu. Zehir çok güçlüydü. Ayakları onu taşımıyordu. Yere düşüyordu. Yutsui düşmeden onu yakalamıyı başarmıştı. Lanet olsun Yutsui’ye muhtaç olmuştu. Yutsui’nin suratında endişeli biri ifade vardı. “Seni taşımama izin var lütfen. Hala peşimizdeler.” dedi neredeyse yalvarırcasına. Yayoi ilk defa o zaman ona tam anlamıyla baktı. Sol kolu neredeyse tamamen simsiyah olmuştu ve kanıyordu. Kolunu kıpırdatabilmesi bile mucizeydi. Karnna ise bir kunai saplanmıştı. Bu çocuk nasıl ayakta duruyordu böyle. O kunai yarası bile tek başına bir insanı çok rahat öldürebilirdi. Ve o yanık, Yayoi bakmaya bile dayanamıyordu. Konuşmak için ağızını açtı ama yanlızca başını sallamakla yetindi. Yutsui rahatlamış gibi görrünüyordu. Hızla onu kollarının arasına alıp koşmaya başladı.
Aradan birkaç dakika geçmemiştiki Yayoi onları gördü. Aralarında Yanlızca bir belki iki kilometre mesafe vardı ve aradaki mesafe her saniye azalıyordu. Yutsui’nin kucağında kendisi varken bu durumdan kurtulması mümkün değildi. Yakalanacaklardı. “Beni yere indir.” Dedi. Yutsui şaşırmış bir şekilde ona baktı. “Eğer seni indirirsem kaçman mümkün değil. Yakalanırsın”. Diye karşılık verdi. Yayoi sinirlenmişti. “Bu seni ilgilendirmez. Beni hemen yere indir.” Sesi beklediğinden daha sert çıkmıştı. “Senin gururunu tatmin etmek için hayaatını riske atacağımı düşünüyorsan çok yanılıyorsun.” Diye cevap verdi Yutsui. Yayoi onu ilk defa bu kadar öfkeli görüyordu. Yayoi anlayamıyordu. Ona karşı her zaman kötü davranmıştı. Üç aydır onun hayatını cehenneme çevirmek için elinden geleni yapmıştı. Şimdi neden Yatsui onun hayatını kurtarmak için bu kadar uğraşıyordu ki? Kendi hayatını onunkini kurtarmak için tehlikeye atıyordu... Yatsui hızını yavaşlatmadan arkasını kontrol etti. Adamlarla aralarında bir kilometreden az mesafe kalmıştı. Böyle devam ederse Yayoi’yi kurtarmayacaktı. Lanet olsun keşke düz bir ova yerine bir ormanda olsalardı. O zaman kolaylıkla saklanabilirlerdi. Ama ormanda değillerdi ve şimdi başka bir plan düşünmek zorundaydı. Aslında aklında bir şeyler vardı ama bedeli çok ağırdı. Ne düşünüyordu ki? Sonunda Yayoi’yi kurtaracaksa her türlü bedeli ödeyebilirdi. Evet bu plan işe yarayabilirdi. Tek yapması gereken yeteri kadar uzun süre hayatta kalmasıydı. Yatsui durmuştu. Sonunda diye düşündü Yayoi. ‘Sonunda beni bırakıp kaçacak.’ Bu düşünce onu rahatlatmıştı. Hayatını ona borçlanmak istemiyordu. Onun hayatının sorumluluğunu almak istemiyordu. Yutsui gerçekten de onu yeere indirmişti. Bunu beklemesine rağmen biraz şaşırmıştı. Ne olacaktı ki diye düşündü. Eğer beni yanında götürse ikimizde ölecektik. Yutsui görüş açısından çıkmıştı. Yutsui kıpırdamadan onu öldürecek darbeyi beklemeye başladı Yutsui ona en azından acısız bir ölüm bahşederdi her halde. “Kage bunshin no jutsu” Bu onu gerçekten şaşırtmıştı. Onu öldürecek bir jutsu bekliyordu. O anda Yutsui onu tekrar kucağına alarak koşmaya başladı. Ah! Demek onu bırakmamıştı. Yanlızca zaman kazanmak için geride bir klon bırakmıştı. Tuhaf bir şekilde rahatlamış hissediyordu. Yinede bu çok aptalca bir hamleydi. Bu onlara kazandırdığından çok daha fazla zaman kaybettirmişti. Yayoi adamların yaklaştıklarını görebiliyordu. Sonları gelmişti. Yutsui ile beraber birazdan öleceklerdi. O anda çatışma sesleri gelmeye başladı. Klonla savaşmaya başlamış olmalıydılar. Yutsui’nin klonu onun bekledeğinden daha fazla dayanmıştı. Aradaki mesafeyi neredeyse beş kilometreye çıkartmışlardı. Bu çok saçmaydı basit bir kage bunshin nasıl bu kadar çok dayanabilirdi ki? Biri mutlaka çatışmaya katılmış olmalıydı. Evet bu çok mantıklıydı. Muhtemeln senseileri çatışmadan dönmüş ve savaşa katılmış olmalıydı. Yutsui hala bütün hızıyla koşuyordu. Hızını azaltmmadan “Kendin koşabilirmisin?” diye sordu. Yayoi emin değildi. “ Sanırım dedi. Yutsui kafasını sallayarak anladığını belirtti. Herhangi bir yavaşlama belirtisi göstermemişti. Neden geri dönmüyordu ki? Senseilerine yardım etmeleri gerekiyordu. “Geri dönmeliyiz” dedi. Yutsui başını hayır anlamında salladı “Olmaz sen zar zor hareket ediyorsun. Benimse tüm gücüm tükendi. Eğer birisi savaşıyorsa savaşı onlara bırakmalıyız. Geri dönersek yalnızca ayak bağı oluruz.” Diye karşılık verdi. Yayoi sinirlenmişti. Yutsui nasıl bu kadar korkak olabilirdi. Senseileri orda onlar için can veriyor olabilirdi. Ama o yalnızca kaçmaya devam ediyordu. “Geri dönemeyecek kadar korkuyorsan beni yere indir. Kendi başıma da dönebilirim” dedi. Ama Yutsui’nin suratındaki ifadeyi görür görmez söylediklerine pişman oldu. Yüzündeki hüzün o kadar fazlaydı ki... Yutsui “Yayoi-kun seni birazdan bırakmak zorunda kalabilirim. Sana yalvarıyorum. Lütfen ne olursa olsun geri dönme. Yanlızca kaçmaya devam et. Bana söz ver lütfen. Kaçmaya devam edeceğine dair bana söz vermelisin. Yayoi ne diyeceğini bilemiyordu. Bunu yapmak istemiyordu ama Yutsui’nin sesi o kadar hüzünlü ve yalvarırcasınaydı ki “Söz veriyorum.” Dedi. Yutsui rahatlamış görünüyordu. On dakika kadar bir süre ikiside konuşmadan devam ettiler. Sonra Yutsui birden durdu ve hızla Yayoi’yi yere bıraktı. Yayoi ne olduğunu anlayamamıştı. Ama bu sefer ayakta durmayı başarabilmişti. Artık kımıldayabiliyordu. Zehrin etkisi geçiyor olmalıydı. Yutsui’ye döndü. Yutsui onun gözlerinin içine bakıyordu. “Kaç” dedi ve birden arkasında bir duman bırakarak ortadan yok oldu. Yayoi orda durmuş dumanın dağılışını izliyordu. Bu gerçek olamazdı. Bunun olması mümkün değildi. Hayır! Bu olmamıştı. Gerçek değildi. Yutsui onu korumak için geride kalmıştı. Kendi hayatını onunkini kurtarmak için feda etmişti. Üstelik o ona karşı bu kadar kötü davrandıktan sonra. Ondan nefret ettikten sonra. Yutsui’nin gözleri kararıyordu. Ne kadar acınası bir durumdaydı. Onun için kendini feda eden adama verdiği sözü bile tutamayacaktı... Gözlerini bir yatakta açtı. İçinde bulunduğu odada her şey bembeyazdı. Bir hastanede olmalıydı. Yatağın yanındaki sandalyede Grey oturuyordu. Grey! Demek ki ölmemişlerdi. Ağzını açtı. Kendini fazla enerjik hissetmiyordu. Ama bu soruyu sormalıydı. “Yatsui” dedi. Grey hızla kafasını ona çevirdi. “Yayoi uyanmışsın. Yayoi onu dinlemiyordu. “Yatsui yaşıyor mu?” diye sordu. Grey’in gözleri mutlulukla parıldıyordu. “Evet, evet yaşıyor. Doktor bir iki güne kadar uyanacağını söyledi. Sensei ile ben onu bulduğumuzda ölmek üzereydi. Tek başına hepsini haklamıştı. Ancak ayakta duramıyordu. Son söylediği şey senin gittiğin yön oldu. Sonrada bayıldı. Sensei ona ilk yardım uyguladıktan sonra onu buraya getirdi. Doktorlar durumunun kritik olduğunu söylemişlerdi. Ancak şimdi durumu iyi merak edilecek bir şey yok.” Durumu iyiydi demek. Bu onu o kadar rahatlatmıştı ki... Gözünden süzülen iki damla yaşa engel olma ihtiyacı hissetmedi.
Ancak şimdi hamilydi ve babasına her şeyi anlatması gerekiyordu. En fazla birkaç hafta daha saklayaibirdi. Bu da kaçınılmazı ertelemekten başka bir şey olmazdı. Zaten bu yüzden Yatsui’yi çağırmıştı. Beraber ailesi ile konuşacak onları evlenmelerine ikna etmeye çalışacaklardı. Kapı çaldı. Gelen Yatsui’ydi. Babası Yatsui’yi gördüğü anda öfkelenip bağırmaya başlamıştı. Yatsui Yayoi’ye ağışık olduğunu söylediğindeyse onu evden kovmuştu. Ancak Yatsui hayırı cevap olarak kabul etmemiş ve Yayoi’nin ondan hamile olduğunu söylemeşti. Bu son damlaydı. Babası hızla kunaisini çekip Yatsui’nin üzerine atladı. Sharingan’ı açılmıştı. Yatsui’nin hareket edicek fırsatı olmamıştı. Kunai tam boğazına saplanmıştı. Yayoi şoka girmişti kıpırdayamıyordu bile... Kendine geldiğinde babasını öldürmeyi düşünmüştü. Ancak bunu yapamazdı. O kanındandı. Ancak bu ondan nefret ettiği gerçeğini değiştirmiyordu. Onunla aynı yerde daha fazla yaşayamazdı. Kaçmalıydı. Planını yapmıştı Dalga Ülkesine kaçacaktı. Çocuğunu orada doğuracak ve onu ninja dünyasından uzak büyütecekti. Konahadan kolayca çıkıp dalga ülkesine ulaşmıştı. Orada terziliğe başlamış. Hayatını böyle devam ettirmişti. Bir kızı olmuştu. Adı Yutsui’ydi... Yutsui annesinin geçmişinden habersiz bir şekilde büyümüş hayatını annesinin yaptığı kumaşların ticaretiyle kazanmaya başlamıştı. Babasının kim olduğunu annesine sorduğunda annesinin hüzünlendiğini görmüş ve bir daha sormamıştı. Yutsui yirmi iki yaşına geldiğinde Kumogokure’den gelen bir ninjaya aşık olmuş ve onunla evlenmişti. Başlarda her şey güzel gidiyordu. Ekonomik durumları iyiydi ve karısı hamile kalmıştı. Ta ki doğum zamanı gelene kadar. Karısı doğum sırasında can vermişti. Aradan üç yıl geçmişti. Her şey o zaman kötüye gitmeye başlamıştı. Karga dövmeli adam o zaman annesinin terzisine gelmişti. Onu tanımıştı. Aradan bir kaç gün geçmişti ki annesi ölü bulunmuştu. O zaman kaçmaktan başka çareleri kalmamıştı. Kendi ticaret firmasının gemilerinden birine binmiş ve karısının ailesine sığınmak umuduyla kumogakureye doğru yola çıkmıştı... Kişilik: Zeki, kararlarını genellikle mantık çerçevesinde veren ancak bazen duygularını arka planda bırakamayan, gücü bir amaç değil araç olarak gören, onun çıkarlarıyla çelişen bir dutum olmadıkça merhametli ve adil bir karakter. Geçmiş: Laurana üç yaşındayken içinde olduğu gemi korsanlar tarafından saldırıya uğramış. Babası kurtulamayacaklarını anlayınca kızı korsanların eline geçmesin diye onu taşıdıkları ipek dolu kutulardan birinin içine saklamış ismini bir kağıda yazıp kundağının içine sıkıştırmış ve bıçağıyla küçük bir hava deliği açıp kutuyu kapatmış . Korsanlar gemnin bütün tayfasını katlettikten sonra tüm malzemeleri kendi gemilerine aktarmışlar. Böylece Laurana da korsanların gemisine taşınmış ancak uyuyormuş ve bu yüzden hiç sesi çıkmamış. Korsanlar yağmaladıkları ipeği Kumogakure limanındaki bir terziye satmışlar. Terzi 23 yaşında tek başına yaşayan bir kadınmış ve sıklııkla bu korsanlarla iş yaparmış. Kadın aldığı kutuları dükkanına taşıdıktan sonra dükkandan ayrılmak üzereyken birden bir çocuk ağlaması duymuş. Kadın ( Kita Hoshi) böylece Laurana'yı bulmuş. Başlarda ondan kurtulmayı düşünmesine rağmen bunu başaramamış ve zamanla ona alışmış ve onu kendi kızı gibi görmeye başlamış. Kızın üstünde yanlızca içinde Sevgili Laurana'ma yazan altın bir kolye olduğundan ismini Laurana olarak kabul etmiş. Laurana belli bir süre sonra öz ailesini unutmuş ve Kita'yı annesi olarak kabul etmiş. Kita başlarda Laurana'nın da kendisi gibi terzi olmasını istese de Laurana'nın ısrarı üzerine onu ninja akademisine göndermek zorunda kalmış... Temel Stat Puanları:VIT: 20 AGL: 25 STR: 5 INT: 30 CL: 40 CC: 50 DEX: 40 Jutsu Stat Puanları:Ninjutsu: 24 Shurikenjutsu: 5 Genjutsu: 22
En son Laurana tarafından Çarş. Şub. 13, 2013 12:48 pm tarihinde değiştirildi, toplamda 7 kere değiştirildi | |
|
Waru
![Waru](https://2img.net/h/img.tokyobase.net/forums/customavatars/avatar78894_175.gif)
Mesaj Sayısı : 45 Kayıt tarihi : 23/01/13
![Laurana Unknown Empty](https://2img.net/i/empty.gif) | Konu: Geri: Laurana Unknown Cuma Ocak 25, 2013 10:08 am | |
| Onaylandı, iyi eğlenceler. | |
|